26 Aralık 2016

Tebliğ yapan kişinin kibre kapılması normal midir? 

  

“Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük gelirse kendindendir…” Nisa 29 ayetine inatla, kişinin üzerindeki nimeti, gücü, iyiliği Allah'tan değil kendinden bilmesi ve hatalarını, kusurlarını, suçlarını kabullenmeyip başkalarına yüklemesi manasına gelen kibir, amelleri de kişiliği de silip süpüren büyük bir musibettir. Allah'ın emrine itaat etmek yerine, “ben ondan üstünüm!” diyerek kendine yazık eden(!) şeytandan bulaşan adi bir hastalıktır.

“Rabbim öğreten sensin!” demek yerine öğretmeyi kendinden bilen kişi,  kibir hastalığına kapılmış demektir.

Nefsini İlah edinen Firavunların, “ben kazandım!” diyen Nemrutların hastalığıdır. Günümüzün Firavunları ve Nemrutları da işte bu kibir duygusu ile canavarlaşmış, dünyayı savaşlarla, açlık ve hastalıklarla perişan bir hale getirmiş şeytani kişi/aile/şirket/devletlerdir.

Kibirli karaktere en büyük örnek, dünya toplumlarını gelişmemiş ve gelişmekte olarak sınıflarken, kendilerini gelişmiş olarak niteleyen Avrupa medeniyetinin hastalıklı karakteridir. Kendisini ‘öğreten adam' olarak görürken, diğer toplumlara önünde saygıyla eğilmesi gereken cahiller topluluğu mantığıyla yaşayan Avrupa'ya olan benzerliğimiz arttıkça, kibrimizde o derece artmaktadır.

Öğrencisi arka sıralarda saklanıyorsa görmezden gelerek mahcup etmeyen öğretmenlerin yerine, sınıfın ortasında rezil ederek egosunu tatmin eden, sıkıntısını anlatmaya gelen veliye de verip veriştiren öğretme(y)en ‘eğitimci' modelleri yaygınlaşmaktadır.

Üniversite diplomasını almakla bildiğini zanneden, neticesinde eş beğenmeyen, iş beğenmeyen, 40 yaşına gelse bile arayışı bitmeyen ve mutlu olmayı bir türlü beceremeyen ‘okumuş insan' modeli insanlarımız boldur.

Geceleyin sırtında erzak taşıyan Hz. Ömer misali, zekâtını, sadakasını, reklamsız-tanıtımsız özür diler gibi verirken kendisi mahcup olan, işçisiyle sofraya oturan zengin-patron karakteri de neredeyse yok olmuştur.

Toplumdan yalıtılmış havuzlu, spor salonlu, artısı bol konutundan lüks arabasıyla şirketine gidip gelen, sekreterli, randevulu görüşülen, yardım için ayağına gelinen, bağışını EFT ile hallediveren modernleşmiş zengin ve patron modelleri Müslümanlar arasında da revaçtadır.

Yine tebliğ ve irşad vazifesi ile yoğunlaşmış Müslümanlar, hocalar, imamlar da yüksek risk gurubundadırlar. İnsanların kendilerine olan hürmetinden ve yaptığı işin büyüklüğünden dolayı kendini üstün, muhatabını da bilgi eksikliğinden ve günah bataklığına düşmüşlüğünden dolayı zavallı, aciz görebilirler.

 Tebliğ vazifesinin ve elde edilen sevabın çok büyük olmasına karşın, eğer bu üstünlük hissi ile hareket edilirse, uyardıkları günahlardan da büyük bir günah olan kibir ve riya günahına düşülmesi muhtemeldir. Nefis bu konuda kişiyi, ilim ile karşısındakine karşı hükmetme, emretme duygularıyla şımartabilir.

Bu konuda geniş olanaklar sağlayan medya ve sosyal medya aynı zamanda popüler olma, fenomen olma, maddi kazanç elde etme gibi menfaatlere de kapı açtığından, bu alanda nefsin oyunu daha sinsi ve tehlikeli olabilir.

 İşte bu, başkalarını ateşten kurtarırken kendini yakmak gibi bir şeydir. Çok dikkat edilmeli ve böyle olup olmadığı konusunda nefsi sınamalıdır. İmam Gazali Hazretleri bu konuda şu yöntemi bizlere öğretmişlerdir. (İhya-i Ulumid-Din eseri 5. Cilt, Emr-i bil maruf bahsinde) Şöyle ki;

Eğer ki tebliğ yaptığı kişilerin vaazlanmasını, kendi nefsinin başkasının tebliği ile vaazlanmasından daha çok seviyorsa, işte o zaman durum tehlikelidir ve bu kişi nefsinin hevâsına kapılmış olan kişidir. Tebliğ ile nefsi kendisine makam yapmak derdindedir. Bu kişi Allahtan korkmalı, tövbe etmeli ve önce kendi nefsini uyarmalıdır.

Ama kişi tebliğ yapma hususunda zorlanıyor, bu vazife nefse ağır geliyorsa ve “Başkaları bu vazifeyi yapsa da beni bu yükten kurtarsa!” diye düşünüyorsa, o zaman kişinin tebliğ yapması nefsi için değil, Allah rızası içindir. Bu ahlakta kişiler tebliğ vazifesinde lazımdır. Ancak nefsine yenilip vazifeyi terk eden çoktur. Nefsini yenip büyük bir kararlılıkla vazifeye devam şartı lazımdır. Böyleleri ve böylelerine destek azdır.

Medya da bu konuda yer alan haberler “yaşam tarzına müdahale” ana fikri ekseninde tebliğ karşıtı bir çizgidedir. Olumlu ve teşvik edici, hatta tebliğin etkisini daha geniş kitlelere ulaştıracak ve insanları tebliğe teşvik edecek konseptte haber içerikleri yok gibidir.  

Allah bütün Müslümanlara kendi rızasına uygun amel etmeyi nasip etsin. Âmin.